Hayat hızlı değişiyor. Sosyal medya da bu hızı en çok ivmelendiren en büyük etken. Yapay zekanın hayatımıza girmesi ve kullanımının daha basit hale gelmesiyle şahsen eski içerik takip etme keyfimi kaybettim. Siz de bunu yaşayanlar arasındaysanız, gelin dertleşelim.
Sosyal medyada zaman geçirirken parmağınızı ne kadar hızlı kaydırdığınızı bir düşünün. Bir içerikten diğerine geçmeniz saniyelerinizi bile almıyor, değil mi? Karşınıza çıkanlar tanıdık: mükemmel bir açı ile çekilmiş gün batımı fotoğrafı, özenle masaya yerleştirilmiş bir fincan kahve, onlarca dakika uğraşılmış bir portre pozu ya da yeni teslim edilmiş bir işin son fotoğrafı yer alıyor. Ama artık hissettirdiği o his yok. Sanki daha önce başka birisi tarafından çekilmiş bir fotoğrafı görüyor ya da başkası tarafından teslim edilmiş bir işi izliyor gibiyiz. Bu durum tanıdık geliyorsa üzülmeyin, yalnız değilsiniz.
Dijital pazarlamanın günümüzde geldiği noktada verimliliği, otomasyonu ve daha kaliteli olma hırsını ön planda tutarken hepimiz bir şeyi kaybettik: ruhu! Artık bunu kabul etmemiz, bu gerçekle yüzleşmemiz ve markalarımıza daha şeffaf bir gözle yaklaşmamız gerekiyor.
Yapay zeka hayatımıza girdikten sonra saniyeler içerisinde verdiği yanıtlar ile bizi şok etmeye başladı. Çok kısa bir sürede içerik üretirken kullandığımız en önemli kaynaklardan bir tanesi olmayı başardı. Bugün geldiği noktada ise saniyeler içerisinde video üretebiliyor. Sokak röportajları, ürün tanıtımları ya da özel etkinlikler… Artık hangisinin gerçek, hangisinin yapay olduğunu ayırt etmekte zorlanıyoruz. Dijital pazarlamacılar olarak kaybettiğimiz ruhumuz, yapay zekayla da daha derin bir yara aldı.
Her ne kadar işimizin bir parçası haline gelmiş olsa da, ben yapay zekayı günlük hayatımdan uzak tutmaya özen gösteriyorum. Yapay zekayla dertleşen, günlük kombinini yapay zekaya belirleten, iş görüşmelerini organize ettirenler kadar ileriye gidemiyorum. Bunu, özel alanıma yapılan bir müdahale olarak görüyorum sanırım. Yapay zekanın nerede durması gerektiğine dair net bir çizgi çekmek benim için çok önemli. Bir markanın özel bir günü için yapay zeka tarafından oluşturulmuş ruhsuz bir metni ya da videoyu kullanması benim için samimiyet testini geçemiyor.
Müzik kliplerinde kullanılan yapay zeka beni hiç rahatsız etmiyor. Şarkının duygusunu bozmadığı ya da amacından çıkmadığı müddetçe fazlasıyla okeyim kliplerde yapay zeka kullanılmasına. Ya da bir kullanım kılavuzu içeriğinde karşıma çıkan yapay zekadan fazlasıyla memnunum. Ancak özel gün tebriklerinde ya da kutlama içeriklerinde hazırlanan yapay zeka içerikleri benim için oldukça değersiz, ruhsuz. En çok rahatsız olduğum içerikler ise Atatürk içerikleri. Sanki Atatürk’ün aziz hatırasına ihanet ediyormuş gibi hissediyorum. Bir marka, bu tür hassas bir konuda izleyicisinin kalbine dokunmak yerine yapay bir görüntü sunduğunda, güven ve itibarını tek bir içerikle yerle bir edebilir. O aziz hatıraya saygı göstermek yerine onu dijital bir şablona indirgemek, samimiyetsizliğin en tehlikeli seviyesidir.
Peki, bu karamsar tablo ve kişisel rahatsızlıklarım, yapay zekayı bir düşman ilan edip tamamen hayatımızdan çıkarmam gerektiği anlamına mı geliyor? Kesinlikle hayır.
Sorun, teknolojinin kendisinde değil, bizim ona sorgusuzca teslim olmamızda.
Bir şefin en keskin bıçağı, hem bir sanat eseri yaratabilir hem de tehlikeli olabilir; her şey onu nasıl kullandığınıza bağlıdır. Bizim pazarlamadaki rolümüz de tam olarak budur: Yapay zekayı bir efendi değil, yetenekli bir asistan olarak konumlandırmak ve o keskin bıçağı markamızın ruhunu yontmak için kullanmalıyız.
Yapay zekayı, size yorulmadan yüzlerce başlık alternatifi sunan, rakip analizi yapan veya bir kampanya için on farklı slogan taslağı hazırlayan ya da hazırlamanız için size yol gösteren yaratıcı bir stajyer gibi düşünün. Görevi, size ham maddeyi, yani olasılıklar havuzunu sunmaktır. Ama o havuzdan hangi fikrin markanızın DNA’sıyla uyuştuğunu seçmek, o slogana hedef kitlenizin kalbine dokunacak duyguyu eklemek, o başlığı kendi yaşadığınız bir tecrübeyle birleştirerek “insanileştirmek” sizin göreviniz.
Yapay zeka size bir blok mermer verir; o mermerden bir şaheser çıkaracak olan heykeltıraş sizsiniz.
Rutin ve zaman alıcı işleri ona devredin. Bırakın haftalık sosyal medya içerik takviminizin ilk taslağını o hazırlasın, uzun bir pazar araştırması raporunu sizin için özetlesin veya e-posta bülteninizin A/B testi varyasyonlarını o oluştursun. Ama onun size kazandırdığı o değerli saatleri, bir sonraki “yapay” içeriği üretmek için değil, tam tersine masanızdan kalkmak için kullanın. Müşterilerinizle telefonda konuşun, onların gerçek dertlerini dinleyin. Ekibinizle bir araya gelip markanızın “neden” var olduğunu tekrar hatırlayın. Makinenin yapabildiği işleri makineye bırakın ki, siz sadece insanın yapabileceği o en değerli işe odaklanabilin. İşte empati kurabilen, sezgileri güçlü ve gerçek bağlar oluşturabilen markaları ancak böyle inşa edebiliriz.
Unutmayın, dijital pazarlamanın özü hiçbir zaman sadece veri ve otomasyon olmadı; her zaman insan psikolojisini anlama sanatı oldu. Yapay zeka size neyin popüler olduğunu gösterebilir, ama insanların bir içeriğe neden bağlandığını, bir markayı neden sevdiklerini anlamak ve o hassas noktaya dokunmak, daima insani bir sezgi ve tecrübe gerektirecektir. Ruhumuzu kaybetmek, işte bu sanatı kaybetmektir. Onu bir asistan olarak kullandığımızda ise sanatımızı daha önce hiç olmadığı kadar güçlü icra etmek için eşsiz bir araç kazanırız.
Seçim bizim.