Türkiye Cumhuriyeti son dönemlerde belki de tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşıyor. Birçok sektör, yaşanan ekonomik bunalımdan kaynaklı kendi içinde problemler yaşıyor, kısır bir döngünün içine girmiş durumda. İşveren maliyetlerden işçi ise ücretlerde yaşanan artıştan dolayı şikayetçi durumda. Bu duruma neden olan birçok gerçek olabilir. Ancak krizin çok farklı yorumlanması gereken bir sektör var, o da futbol ve diğer spor branşları.
Aslında futbol sektörü de yaşanan krizden nasibini almış durumda. Bir çoğunun eski yönetimlerin yaptığı kişisel hatalardan kaynaklı cezalar alıp alt liglere düştüğü, puan silme ve transfer yasaklarından kaynaklı bulunduğu liglerde yaşama mücadelesi verdiği, oyunculara yapılamayan ödemelerden tesislerin elektrik faturalarını ödeyememe durumuna gelen kulüpler var. Üstelik bu kulüplerden bazıları bir zamanlar Türk futbolunu güzelleştiren, Türk futboluna sayısız değerde sporcu yetiştiren, Türk futbolunu Avrupa kupalarında temsil eden asırlık çınarlar. Bu kulüplerden bazıları ekonomik atılımlar yaparak başka kulüplerin satın alınması ile yeniden yapılanmış, varlıklı iş adamlarının satın almasıyla borçlarını temizlemesi/yapılandırması ile yeniden futbola dönecek kadar şanslı. Ancak istisnalar dışarda bırakıldığında Eskişehir, Kocaeli, Altay, Sakarya, Bursa, Elazığ ve daha nice güzide kulüp olması gereken yerde değiller. Bu kulüpler hem camiasıyla Türk futboluna değer katmış hem de taraftarı ile futbolu güzelleştirmişlerdir.
Krizin aslında yaratmış olduğu asıl tahribat buralarda olduğu kadar daha da derini amatör spor branşlarında. Bugün isim yapmış birçok sporcu şehirlerin alt yapı takımlarında forma giymiş, başarılı bir gelişimin ardından üst liglerde oynama şansı kazanmıştır. Kerem Aktürkoğlu örneği çok kısa zaman öncesi önümüzde. Bodrum, Karacabey ve 24 Erzincan takımlarında forma giymesinin ardından bir Türkiye kupası maçı ile keşfedilmiş, bugün Portekiz liginin güçlü ekibi Benfica’da aynı zamanda milli takımda da forma giyiyor. Kerem gibi oyuncuların sayısının artması en büyük temennimiz elbette.
Altınordu Kulübü bu konuda örnek teşkil eder durumda. Akademi yapısıyla temiz ve ahlaklı bireyler yetiştirme amacında bir sporcu fabrikası adeta. Cengiz ve Çağlar Altınordu alt yapısından çıkıp dünya futbolunun büyük kulüplerinde forma giyen milli Türk futbolcular. Ancak bu yapının aksine bugün alt liglerde çok büyük sorunlar var. Şehir alt yapılarında faaliyet gösteren bir çok spor kulübü ekonomik imkansızlıklar nedeniyle liglerde katılamamakta. Onlarca kıymetli sporcuyu futbola kazandıran bu kulüplerin faaliyetlerine devam edememesi, Türk futbolunu ham madde üretemeyen içi boş bir fabrikaya dönüştürüyor.
Futbolun ham maddesi genç sporcular değil mi?
Hal böyle iken üzülmenin dışında bir şeyler yapmak, hiçbir şey yapılamıyorsa bu sorunların temeline inerek bazı şeyleri sorgulamakta fayda var. Anadolu kulüplerinin borç batağında yaşam mücadelesi verdiği, şehir alt yapı takımlarının maddi imkansızlıklar nedeniyle deplasmanlara gidemediği, liglere katılamadığı şartlarda büyük adıyla nitelendirilen kulüplerde durum ne?
Anadolu kulüpleri ile kıyaslanamayacak kadar büyük borçları olan bu kulüpler neden ceza almıyor?
Artık futbolda adaletsizlik yeşil sahanın içinde yaşanan şaibeli tutumların dışında daha genele yayılmış durumda.
Dünyada futbolun endüstriyelleştiği bir çağ da elbette Türkiye futbolunda da bazı dinamikler değişiklik göstermiş durumda. Bunun en çarpıcı örneği üst liglerde mücadele eden takımların aldığı sponsorluklar. Çoğu futbol takımı artık önünde kendisini satın alan ya da kendisine sponsor olan şirketlerin ismi ile anılmakta. Ancak bununda farklı bir boyutu var. Her yıl vergi oranlarının açıklandığı ve birçok şirketin zarar ettiğini beyan ettiği finansal raporlara rağmen milyon liraları aşan transfer bütçelerinin kaynağı ne?
Son dönemlerde bu durum artık çığırından çıkmış durumda. Futbolun kendi etrafında döndüğünü zanneden bazı spor kulüpleri maalesef bu konuda da kural tanımaz duruma gelmiş vaziyette. Bir futbolcusuna verilen bonservis bedelinin bir Anadolu kulübünün tüm borçlarının kapatacak durumda olduğu sektörde, ekonomik krizin günden güne daha acı boyutları ile karşılaştığımız ülkemizde futbolculara verilen fahiş bonservis ve maaşların kaynağı nerede?
Son çıkan habere göre Galatasaray kulübünün Osimhen transferi için ödeyeceği bedelin 65 milyon euro olduğu haberlerde yer alıyor. Tekrar belirtelim net ifade ile 65 milyon euro. Bugün döviz kuru hesaplaması ile İki Milyar Üç Yüz Doksan Milyon İki Yüz Doksan Üç Bin Yedi Yüz Elli Türk Lirası.
Bu meblağın Türkiye ekonomisinde ne ifade ettiğini anlatmaya gerek yok sanırım. Kıyaslamalı bir örnekle son hafta derbi adı altında oynatılan Galatarasay-Trabzonspor maçında ikinci yarı oyuna giren Osimhen’in konuşulan transfer maliyeti üst kısımda belirtildiği kadar iken Trabzonspor takımının 31 Ekim itibariyle KAP’a bildirilen net borcu Üç Milyar Dokuz Yüz Kırk Milyon Türk Lirası. Bu örneğin üzerine artık yazılacak ekstra bir açıklama maalesef yok.
Türk futbolunda haksız bir rekabet söz konusu. Yeşil sahanın içinde çalınan şaibeli kararların yanı sıra artık masa başı haksız rekabet başka bir boyutta. Anadolu kulüpleri her hafta büyük sıfatıyla isimlendirilen takımlarla karşı karşıya geldiğinde içerde ince ince doğranırken dışarda sponsor desteği bulamayanların puan silme cezası aldığı lig de birileri rekor ücretler ile transfer yapıyor.
Yasadışı bahisten vergi kaçakçılığına kadar finansal hususlar söz konusu olduğunda en ince ayrıntıya kadar inceleme yapan devlet yetkililerine düşen görev ivedilikle bu hususta araştırma yapmasıdır.
Futbol kulüpleri şirketleşmiş statü ile elbette bu konuda işi resmiyete uygun yapıyor. Ancak perde arkasında nelerin olduğu, işin içinde nelerin yaşandığı, görünen evrakların yanında sumen altı edilen dosyalarda neler yazıyor hepsi arafta. Elbet birisi soracak; nereden geliyor bu değirmenin suyu?